8 Ekim 2013 Salı

Ürperti, baş dönmesi ve bir nar içimdeki / Birhan Keskin

Nefesim daraldığında yaptığımı yaptım, bir hayatı başka yerden bilmeye davrandım. Birhan Keskin'in damarından kendimi aşağı bıraktım
Sonbahar ürpertisiyle geldi. Kızıl gri gökyüzü, yaprak hışırtısı, köpüklü nefti denizle. Okul kokusuyla elbet. Demli çaya, o çayı avuçta ısıtan, ince belli bardağa minnetle. Anımsayış ve hesaplaşmayla geldi sonbahar. Uykusuz gecelerin huzursuz sabahlarıyla.
Bir şeylerin arifesinde olma hissiyle geldi sonbahar. Kenya’da din kisvesi altında, anne karnında başlamamış hayatları noktalandıran alışveriş merkezi vahşeti, Türkiye’de ambalaj kağıdından söküldüğünde ne çıkacağı bilinmez bir demokratikleşme paketiyle. Hiçbir şey yaşanmamışçasına duvarlara monte o eğreti çiçek bezelemeleri arasındaki park ve betonlu Taksim’i, o parkta ve meydanda yaşananların acısı çıkarılan tribünlerle. Çok pis oyunlarla kısacası. Bol riya, azıcık hakikatle.
Bana yetmez olduğunda hava, nefesim daraldığında yaptığımı yaptım. Haberler dahil bir hayatı başka yerden bilmeye davrandım. Birhan Keskin’in damarından kendimi aşağı bıraktım.
Dünya ağrısı
“Serin bir rüyanın hatırınadır/çektiğim dünya ağrısı” demişti o. Dünya ağrısı sözünde kaldım. Memleketin şiiri sakız manilerine indirme meyli vardır ya, Gazze bombalanırken bir vakit, yazdığı o tokada çarptım.
Gazze’de hava bulutlu on yedi derece,
Nem yüzde 16, rüzgâr saatte 13 kilometre.
Saldırıda ondokuzuncu gün, yirminci gece.
Ölü sayısı binin üstünde, yaralı binlerce.
Şimdi önümde dört çöl fotoğrafı koydum.
Dört mecaz olsun diye serin, kanlı dünyaya
Duygusal konuşmak için şairler var diyor,
Okkadar dallama birileri tv’de Gazze üstüne. 
Televizyon, sureti zulümlerin resmi geçidiydi yine. Dörde, altıya bölünmüş, her karesinden ayrı bir ses böğürüyordu. Elimdeki kitap kıvamlanıyordu giderek. Yoğun ve akışkan oluyordu. Haksızlığın üzerine kordan lav olarak akıyor, sığlığı yücelten, derini bilemeyen düzenin küllerini savuruyordu hırsla.
Ah siz, nasıl da “Siz”siniz buram buram, onlar avam.
Bu cahilin, yoksulun, barbarın ışık neyine, onlar ziyan! 
Siz “It was very amazing” derken “and fun”
Onlar özür dileyenlerdi ağacın ruhundan.
Balkonunuz çok yüksek sizin baş döndürüyor.
Dünya pek alçak bir yer olacak yakında öyle görünüyor. 
Derdi vardı teğet yaşayanlarla, elden kayıp kaçanlarla. Nasıl olmasın? Onlar ki müsamereye çevirir şu koca hayatı, kalakalırsın orta yerde. Sanki bir sen gidemiyor gibisindir, günlük hayat her şeyi ve hatta zulmü olağanlaştırarak, istifini bozmadan akar yanıbaşından. O zaman işte çentikleyiverir şair bütün yanılsamaları.
Sizinle yaşadığım her şey kıyamet,
Sizinle yaşadığım her şey cinnet,
Sizinle yaşadığım her şey cinayetti. 
Ruh kirlendi,
kalbimin kenarında atını durduranlar için
akrep beslemekteyim.
Ellenen sedef
Birhan Keskin’de dekor niyetine bir doğa yok. Tekmil bitki örtüsü, hayvanlar alemi dile gelir de haddini bilir insan. “O beni sahilden, kendimi gömdüğüm, sertleşmiş ıslak kumdan aldı, elledi./ O benim sedefime elledi” dedirtir şair bir denizkabuklusunu. İşte onun sözleri de benim ‘sedefime eller’ öyle. Sobelenirim her seferinde.
Tevekkülün diğer adıdır o. İnsana dair her şeyi iliğinde bilmenin, taş gibi durmanın, titreşimleri emmenin ustasıdır. Anlattığı aşk, cana ziyandır. Nimet ve lanettir. “Sana böyle akmaktan çok korktuğum için/oldu her şey,/şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni” der. Yetmez, “Aklıma suyun intiharı geliyordu hep,/şelale deyince,/divaneliği söylüyordum” diye ekler, suya bakamaz olurum. 
Kubbelidir, ezel ve ebeddir aşk. Her zaaftan geçer de ilelebet soyludur yine de. Bir iç dünya, arka bahçedir. Yekpâre zamanın yitimidir. Koşulsuz ve hayvanidir. Bir akittir hayatla, anlamı geri verir.
Dünya ne ki sevgilim,
benim sana yaptığım kubbe yanında?
Düşsün, olsun, bırak
içinde yıldızlar patlıyor.
Kolaydır inanmak kadar inanmamak da.
İster sal kendini dünyaya, ister kal yanımda.
Her şeyden öte öyle sevdim ki ben seni
Yoluna baş koymak diyoruz
Biz barbarlar buna.
Böyle seven korkamaz. Korkuyu söyleyen korkudan azadedir artık. Birhan Keskin’in cesareti o çıkılamayan efsane zirvelere benzer. O yüzden onun şiiri ürperti ve baş dönmesidir bende. Okunmaz, hücreye zerk edilir. Hele de etten et koparan ayrılıktan bahis açmışsa… dibine kadar gidilecektir. “Bugün ayrılığın ilk günü. Hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak /kadar kara bir kının içindeyim. Kara bir kan içindeyim” dediğinde, o son noktaya gidilir.
Bu toprakların en hoyrat alanına, heteroseksizmin norm dayatmalarına isyandır da onun şiiri. Kainat yüzölçümlü ruhunu biricik aşkların ayaklarına sererken sevgilinin alışılageldik imgelerini, sevişme klişelerini tuzla buz eder. “Gövdenden gövdeme akan bir karanfil gecesi” der, kalakalırsınız. “Kendime de kırıldım az çok /hayatımdan teğet geçen kadınlara/ olduğu kadar,//dışarıda kar…” diye anımsar göze alınmış sonraları. Hani bizim çokluk ödeşmekten kaçtıklarımızı…
Birhan Keskin bir sağ kalandır. Hayatın içinde kerelerce doğulup ölüneceğini bilir, bunu anlatır. Mevsim döngüsünde yaşanan, göze alınan hayatı. “O eski hikâye bitti,/şaşkınlığımdan doğdum/denize düştüm/kuruyup geliyorum” dediğinde, bedeli ödenmiş bir hayat kesiti daha usulca kapanır. Onun teninden üzerime, düştüğü denizin tuzlu suyu damlar. Ürperirim kerelerce.
“Tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?/Adaletin içinde bir zalim oturur” diyecektir daha. “Bomboştu her şey, elimde bir dünya tarağı/Gök ağlıyordu, ben zülfünü ördüm” diyecektir. Canı yandıkça öğrendiği şefkate de buyur edecektir. İnsan olmanın o tuhaf masalına. “İçimi açtım sana/İçini açmak için” diyecektir sonunda. Yani o sözün bizim içimizdeki uçurum yankısını bekleyecek, muhatabını dileyecektir. 
Onun okuru olmak
 da o yüzden ayrı bir serüvendir. “Dürtme içimdeki narı/Üstümde beyaz gömlek var” diye uyardığında, elim kalbime gider. İç kanamaları da görene teslim olurum dizlerimin 
 Haber - Karin Karakaşlı - Radikal 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder