4 Ağustos 2012 Cumartesi

Empyrium - Ode To Melancholy



Birhan Keskin / Tüller ve Silah




Önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık. 
sanki yıllardır oradaydık. her şey düzelecekti. 
orada doğmaya çabalayarak öldük. 


meleğim nehir kanatlarını uzaklıklarda yıka şimdi. 


soğuktu, ısınamıyorduk. bu kadar yakınken. aramızda 
yalnızca o hava boşluklarının dolaştığı odalardaydık. 
biriken bütün rüzgarlar işte orada, o deniz kasabasında 
o çok köpekli, çok rüzgarlı yerde patladı. ikimizi aynı 
gökyüzüne baktıran, neydi o, ışık söndü. sustum. 
sustum. sustum. sustum. 
bütün aşkların sonunda yaptığım gibi, 
konuşmak hiçbir şeyi, hiçbir şeye ulaştırmıyordu. 
biliyordum. 


rüzgarlar.. pansiyon.. teras 
blue cult. 
akşam yürüyüşleri. akşamın batısına 
meleğimin kanatlarını da oraya götürerek. 
metropollerin asi özlemi sonra 
ah benim kaçak sevgilim: istanbul 
fincanlarda yol görünmedi bana yaz boyunca. 


terin ter, gövdenin diğer gövdeyle buluştuğu yer. 
kaç sevişme hatırlıyorsun o günlerden. güç. zor. 
yitik hafızam: öksüz çocuğum benim 
kendini unutma olur mu? 


sustum. sustum. sustum. başkalrının ilgili yollarına 
adım atan ayaklarına susarak baktım. yanımdayken kalktın. 
gövdei gövdemin karşısına, sana ilgili gövdelerin 
yanına bıraktın. sustum. seni yabancı olduğun gövdelerin arasından çekip çıkaramıyordum. 
bunu yapmayacak kadar büyümüştüm. kendini yormanı 
sessizce izleyecek kadar büyümüştüm. 


meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm. 


yaprağın ağaçsız kalışını 
ağacın çıplaklığını 
rüzgarın şiddetini ve rüzgarın 
onların her ikisine de ne yaptığını gördüm. 


meğer dalından düşecek kadar büyümüşüm. 


bu gece ay dörtte bir hilal olacak 
ben sana ne olmadığımı anlatacağım. 
düşen yaprakların sokaklara vuran gürültüsünü anlatacağım. 
yaprağa, ağacından düştükten çok kısa bir süre sonra 
ne olduğunu anlatacağım. 
senin elementlerin yollara çıkacak 
ellerin, gece ve keder. 
ve hala akan ne varsa senin iyiliğinden olacak. 


..önü denizle başlayan rüzgarlı bir kasabadaydık. 
sanki yıllardır oradaydık. her şey düzelecekti. 
orada doğmaya çabalayarak öldük. 


şimdi beni unut sevgilim. tenimi ve alçaklıklarımı unut. 
beni kanadı kırık küçük bir yavru gibi bulduğun, çoktandır 
sanki birini beklediğin varmış gibi katladığın, o çöplükte 
bulduğun beni, baktığın, büyüttüğün beni unut. 
şimdi bu acıya ne benim kuş kadar yüreğim, ne senin anaç kalbin dayanır. 
sana son kez sarılıp uyuduğum o son gecede tüller ve 
silahlar gördüm düşümde. 
bugün ayrılığın ilk günü. hiçbir şeyi hiçbir şeye yoramayacak 
kadar kara bir kının içindeyim. kara bir kan içindeyim. 
tüller ve silah nedir bilmiyorum. 


yaşlı doğuda her şey mümkündür diyorlar: 


sonsuz sevgi, sonsuz bağlılık 
ani ışık, ani ayrılık.

Birhan Keskin - Şairim


Birhan Keskin, (d.1963 Kırklareli) Türk kadın şair/yazar. 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nü bitirdi. İlk şiirini 1984 yılında yayımladı. 1995-98 yılları arasında arkadaşlarıyla birlikte Göçebe dergisini çıkardı. Çeşitli yayın kuruluşlarında editör olarak çalıştı. 1991 ile 2002 arasında beş şiir kitabı yayımladı:

Delilirikler (İskenderiye Kütüphanesi Yayınları, 1991)
Bakarsın Üzgün Dönerim (Era Yayıncılık, 1994)
Cinayet Kışı + İki Mektup (Göçebe Şiir Kitapları, 1996)
Yirmi Lak Tablet + Yolcunun Siyah Bavulu (YKY, 1999)
Yeryüzü Halleri (YKY, 2002).

Bu ilk beş kitap "Kim Bağışlayacak Beni" adıyla (2005) metis yayınları tarafından tek ciltte toplanmıştır. Altıncı kitabı "Ba" da bu kitapla eş zamanlı olarak yayınlanmış ve Altın Portakal şiir ödülünü almıştır. Şairin Y'ol adlı kitabı 2006'da, son olarak "Soğuk Kazı" isimli kitabı 2010 yılının Nisan ayında yine metis tarafından yayınlandı.

Umay




anne, kezewemin disewuti `ciğerim yanıyor´

Taşıdığım bavulları kaybettim. Her zaman yetimim ayrılırken şehirlerden. Biriktirdiğim tren seslerini harcadım. Otobüsler dar geliyor, uçaklar kanatsız. Limitsiz kere limitsizim. 

Alkış sesleri aramıyordum. Sadece gururlu ve mağrur bir perde indirsin yüzümü istiyordum. Meğer perdelerin yüzsüzlüğüymüş bulandıran suyu. Karanfiller sarayında ölü bir kedinin üfürüğü serinletiyor sol elimi. Ben buyum işte en kuru veda, çıkılmayan yolculuk!.. 

Bu paragraftan geçebileceğim herhangi bir yer yok. Hoşça kal. Yezidiler gibi kötülüğünden vazgeçen bir şeytanla oyalanıyorum. Seni hatırlatan yüzü çiziyorum camlara. İkide bir emiyorum kanayan parmaklarımı. Satılık şiirler haritasında en acı sözcüğün soytarısını oynuyorum. Aptallığım neşe vermiyor, ama neden? ‘Şaşırtır insan hayatı sözcükleri ama yalnızca yanıltan sözcüklerdir hayatı.’ Otel duvarına kırmızı rujumla yazıyorum bu cümleyi. Efsunluyorum her kelimeyi. 

Karalayacağım tüm falları, vatan hainleri diye önce falcıları vurdurtacağım. İhbar edeceğim tüm kahve satıcılarını. Fincanlara patlayıcılar yerleştireceğim. Çünkü sadece bana kalanlardı özgürlüğüm. Bir zamanlar senin adındı o özgürlük. Fallarda çıkan yolculuklardın. 

Boynumdaki şiir tasmasını kıracağım. Kıracağım şiirin ince bileğini. Sana da boş zarflar yollayacağım. Nusaybin’deki tüm sokaklara kimsesiz posta kutuları çakacağım. Not etmen için o sorunsuz, biricik hayatını. Eminim büyük bir gururla imzalarsın son cümleyi. 

İçimde, bir diğerini eksilttiğini fark etmeden. Seni saksıda çürüyen pis kokulu papatyaların suyuna boşaltacağım. Ve lanet olsun ki bana, o suyu susuz kalmış bir yetim gibi soluksuz içeceğim. 

Verdiğim bütün sözlerdi doğu. Kaybettiğim bütün savaşlardı batı. Oysa yönü olmayan tek sözdü unutulmuş olan sevgi. Bütün işim beş dakika sürer. Hafifleyecek bedenim. Kaf Dağı’nı kaybetsem de bir kuş olacağım. İki kez yetim bir kuş… 

Yaralarının içinden boşalıyorum. Sevgisiz abajurları yakıyorum. Ölümlere yapma bacaklar takan ruhumu gör diye deliler gibi hayatı kusuyorum. Körlerin dilsiz ejderhası olacağım. Ateşin yaladığı avuçlarımdan alınlar akıtacağım. Dünyanın en yalancı falcısı olacağım. Bizi birbirimize düşman eden kimdi biliyor musun? Nasıl çoğaldılar ve nasıl haklı çıktılar? 

Bir yetim için en zorudur yazmak. Geri dönmeyecek olanı bilirim. Senin vedan bu, o yüzden bu kadar kanlı. Benimkisi sadece bir söz… 

Hoşça kal. Sonraki paragrafı bilmiyorum. Mavi, yeşil, kırmızı yılanlar kollayacak uykularımı. ‘Hayatı iyileştirecek olan yerlere dokun’ diye yalvaracağım. Ne olur şimdi beni iyileştir. Ama o, lanet olsun, onu şimdiden gören söze… Lanet olsun kabusların kapısını kıramayan ellere… 

Belki bir gün hepimiz yeniden aşkla selamlaşırız. Kendi dillerimizle Şahmeranlar, Meryem Analar resmederiz. Bağlıyız birbirimize. Ama önce sen gidiyorsun. Sonra hepimiz, sonra hepimiz. Önce sen burkuyorsun sayfayı, sonra başkaları karalıyor cümleleri. Tam sen ağlayacaksın sanıyorum, bir taş yuvarlanıyor sol kolumdan yere. Başkaları ağlıyor. Korkma anne, aşk seni de öldürmedi, hatırla. Bıraktım oyun sonsuza dek sürsün. Tek tek sökeceğim dolaştığın yerlerdeki acılı yıldızları. İşim beş dakika sürer. Nasılsa bilmiyorum son paragrafı. 

Gülten Akın - Kıyamet





Elyazını yaktım, dürüsttü ve aşınmamış 
Sevgi sözcüklerini yaktım, hoyrattır onlar 
Sıcaklığı saklı akarsuyu anlamazlar 
Sorular, kurutur incitir sorarlar 
Elyazını yaktım 


Adresini yaktım 
Yakmak gibiydi biraz da dünyayı herşeyi 
Bastığımız düşümüzde gördüğümüz 
Özlediğimiz yaklaştığımız 
Hayatım özlemdi ansımaydı düştü 
Yaktım adresini şimdi özlem oldu hayatım 


Resimleri yaktım birini saklasam dedim 
En çok onu yaktım onu yaktım 
Kış göğünü yaktım, bir kavak büyüttüm balkonumdan 
Akşam desem değil, yangın desem değil 
Dışarda apansız bir kıyameti yaktım 


Sevgidir kendimi bildiğim, onunla başladım 
Elyazın mı, adresin mi, resimlerin mi 
Sen mi ömrün mü 
Çıkardım onları şimdi sakladığım yerden 
Kıyameti göğü kışı akşam sözlerini 
Sevgiyi yaktım