29 Aralık 2012 Cumartesi

Avam Kahvesi



İnternet'de dolaşırken, yeni yerlere denk gelsem de gitsem diye bakınırken, Cihangir de Avam Kahvesini  buldum.Burada ilgimi çeken, çeşit çeşit yerel gazozların olmasıydı. Sıcak,harika müziklerin çaldığı nostaljik  huzurlu bir mekan. Özellikle yaz aylarında, bol bol gideceğim yerler arasında. Gelelim gazozlara, ilk defa bu kadar çok çeşidi bir arada gördüm. Gazoz koleksiyonu gibiydi :)  Karar vermekte epey zorlandım  ama tercihim limonlu Bağlar gazozundan oldu. Tadı pek hoştu :) 






28 Aralık 2012 Cuma

23 Aralık 2012 Pazar

Tezer Özlü - Yaşamın Ucuna Yolculuk


Ve bana geceler yetmiyor. Günler yetmiyor. İnsan olmak yetmiyor. Sözcükler, diller yetmiyor. Bir an balkona çıkıyorum. Güneşin Berlin yapıları gerisinde nasıl batmaya uğraştığını görüyorum. İnsanlar arabalarını park ediyor. Renkli, yeni arabalarını. Park ediyorlar ya da hareket ediyorlar. Yaşlandıkça insanlarla aramdaki uçurum büyüyor. Arabalardaki, uçaklardaki, resmi dairelerdeki, otobüslerdeki, dükkânlardaki, caddelerdeki insanlarla aramdaki uçurum. Eşyalarla da öyle. Yolculuklara dönüyorum. Kentlerden sakladığım resimlere.

Yer: Kadıköy Vapuru / 03.11.2012 




Sami Baydar - Göl

Yeşil köşelerim olacak benim de
Çılgınca sevişmelerim

Güzel ayakların sessizliğin derinliğinde
Ve ben bir gölüm hatırladın mı?

Bu avucumdaki iz silinecek
Çünkü geri getirmedi
Loş uçurumlar
Sulara birdenbire bire saplanan kayalıklar
Simsiyah çamlar
İster uzak ister yakın olsun
Bir kalbin dostça açılmalarından

Ey güzel yürek 
Batan günün sararttığı manzaralar
Fosforlu bir maviydi rüyalarım
Yeşil yapraklar ve dallar
Yalnız senin için çarpışıyorlar artık


14 Aralık 2012 Cuma

Gülten Akın - Gece Kuşu


Kaçtık kentin bizi sarmayan sesinden 
denizin kış artığı sessizliğine 
izlendiğimizi biliyorduk, hem de kendimiz kendimizi 
bir umut, bu kez böyle olmayabilir ve öteki 
susar bağışlarız biz bizi 

gece kuşu aynı zaman aralığını kullanıyor 
çığlığını boşaltırken yeryüzüne 
yüreğin ve saatın kullandığı aralığı 

yıkılmış köyleri, göçmüş olanları yollarda 
çocukları, ruhlarını o doğulmuş yerde bırakılmış 
gözlerinin ardı boşalmış yaşlıları 
erkekleri, utangaç kadınları, öfkesi kendini bitiren 
onları onları onları taşıdığımızı 
her çığlıkta yeniden anımsaya 
çoğalta. yargılanmış, hükmü hayatına düşülmüş 
biri halinde.. 
gece acı azığımızı paylaşıyor bizimle 
uyumuyor uyutmuyor uslu durmuyor 

oysa güller vardı önce aklımızda 
iğdeleri gördük zambakları da 
ayartıldığımız güzel kokulara 
kök edinmiş aşka, derin buluşmaya 
biz onları bulurduk bulmasına 
gece, kuş çığlığı yüreği çıldırtan aralıklarla 
yiten dinginlik 
-gündüzü bekledik, 



8 Aralık 2012 Cumartesi

Arkadaş Zekai Özger - Bir Gün Sevişmeyi Bana

kandan 
ve ceninden bir gün daha
başlarken
bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla
ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum

geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim
bugün biraz daha yorgun başlıyorum

sabah
yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli
vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri
kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu
güneş bir ürkekliği gizliyemez
ne de olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu
gün, o sevecen çığırtkan
beni yeni bir oyuna çağırıyor

yalnızlık yenilmeyen gladyatör
bana eski bir ölümü anımsatıyor

sabah
taşıyarak bir celladı odama
aşkımın ve bırakılmışlığımın celladını
hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni
tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor
yalnızlık her sabah öldürüyor beni

çözerek gecenin ipliğini hızımla
hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha

adi bir etiketi yamayarak üstüne
boyna genişliyen bir orospu gibi
genişledikçe küçülen bir orospu gibi
aşksızlığım küçültüyor beni
korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni
gecikilmiş bir aşkı yaşamıya
cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan
önce acıya direnmesini öğrenmeliyim

eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi
acıya ve aşka hazırlıyorum

hergün yeniden yaşamak
boşalan bir birikimi kocamış acılarla
uzuyan bir ölümü bitimliyen vücudum
yani istek. o hep tiksinç görünen
çirkin ve güzel orospu. yeniyetme
bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde
o hep güzel görünen bana
çirkin ve güzel orospu
vücudum. seni seviyorum

acıyla büyütüyorum aşkımı
bir gün bana sevişmeyi öğreticek.

Yer; Erol Taş Kahvehanesi  
Sevdadır / Bir Gün Sevişmeyi Bana Syf. 144-146


7 Aralık 2012 Cuma

7 Aralık 2012 - Tabut Edebiyat İstanbul Buluşması


Yer; Erol Taş Kahvehanesi

Sağ baştan yazıyorum ;) Rıdvan Gecu,Ulaş Metin, Mustafa Aksoy,Gamze Er,Mehmet Nokay,Ozan Uğraş, Başak (Siz Talipot'da diyebilirsiniz:) 








6 Aralık 2012 Perşembe

Gülten Akın - Oyun

Bazı adamların aşk
Bazı kadınları sokaklardan
Çekip alması karanlığa

Bazı kadınların aşk
Üşüyen burnunun kulağının
Parmak ucunun gözkapağını
Öpüle hohlana ısıtılması

Bazı adamların kadınların
Aşk yürüne yürüne yıpranmış
Ayakkabısının havasından
Günde yaşamasından kurtulması

Ama dışarda bir izmarit
Bir deniz bir ağ bir sandal
Bir akşamüstü seyredilecek

Ama dışarda geçilecek
Bir köprü elinden tutulacak
Bir çocuk tutup sallanacak
Bir erik dalı -Bir erik dalı-
Ama dışarda -Ben anlatamam-

Bazı adamlar aşkı
İtip odalara karartır
Bazı kadınlar için aşk
Şöyle bir rüyasız sere serpe
Şöyle bir korkmadan uyumadır

Onlar deniz nedir bilmezler
Ağaç ne serin ne mavi ne
Oltanın ucunda balık nedir
Bilmezler bilseler yaşarlardı
Onlar iş oynarlar sevgi oynarlar
Üstü örtülü giyinik utançla

Deniz kıyısında -Adam sende-
Masalar halılar varken yorgunluk
-Ayıp yorgunluk başkaları-
Gece baloda süheylâlar..

Ama dışarda yağmur var
Bir yaz sonu sıcağına karşı
Ama dışarda toprak serin
-Taze bulgur pilavı kokulu-

Ama dışarda -Ben bilmem-
Tutabilseniz bir dönemezsiniz



28 Kasım 2012 Çarşamba

Murathan Mungan - Bazı


bazı gecelerin sabahı yoktur

yalnızca karanlık olarak kalırlar



bazı ayrılıkların dönüşü olmaz
giden gider
borçlarıyla yaşar kalanlar

geleceği yoktur bazı kalplerin
aşk uğramaz onlara bir daha
tek bir hatırayla yaşlanırlar

bazı pişmanlıklar uzun sürer
zamana yayılırlar

kendinden kaçanlara
saklanacak yer kalmaz dünyada
gün gelir kendileriyle tanışırlar
asıl yalnızlık o zaman başlar
hayata geç kalmıştır kendine geç kalan
şairin dediği gibi
bir daha yaşamak zorunda kalır
geçmişi anlamayan

bazı geceler
bazı insanlar
bazı yerlerde
sahiden karşılaşırlar
bazı insanlar bazı aşklar bazı şarkılar
bu yüzden unutulmazlar
bazı hayatlar hayal tutmazlar
bu yüzden
bazı bazı bazı
çabuk yaşayıp 
ansızın kaybolmalar
bazı bazı bazı


19 Kasım 2012 Pazartesi

Afşar Timuçin - Yanılgı


başlayacak gibiyken konuşuyorsun bitiyor
yeniden geliyoruz başladığımız yere
aşklar ve inançlar da aynıdır
bir başka yanına geçemezsin
bir yanını yaşayıp bitirmeyince

ne çok şey bildiğimiz çıktı ortaya
seninle akşamları konuşa konuşa
kendimizi ve her şeyi
anlata anlata kendimize
ne çok akşam tükettik
ne çok da kendimizi

kitapların doğru olduğu tamam
ayrıntılarında bile anlaşıyoruz
iş yaşamaya geldi mi
her seferinde yarım kalıyoruz
öylece bırakılmış gün bitiyor
öylece bırakılmış akşamlardan geçerek
öylece bırakılmış bir güne başlıyoruz



12 Kasım 2012 Pazartesi

Neşe Yaşın - Bir Şeyler Yapabilmek

Arabayla o trafik ışığında her duruşta onu hatırlardım. Bir kez tam da o noktada onun hakkında konuşmuştuk çünkü… Aynı arkadaşımla birlikteydim yine ve ışıkta beklerken belki de ortak bir bellek dürtüsüyle birden ondan söz açtı yine… O zamandan sonra çoktan uzaklaşmıştı içimden ve düşüncemden ama garip bir biçimde o eski sızıyı hissettim yine... Hastalandığını öğrenmek iyice burdu içimi. Neyse ki önemsiz bir şeymiş.

Belli belirsiz bir özlemle karışık bir adaletsizliğe uğramışlık duygusuydu aslında o an boğazımı yakan. Birisiyle ilişkimizdeki o çok karmaşık süreçler bir yana tabii ki... Onu her hatırladığımda bir kör kuyuya çekilme hissi olmuştur hep. Uyurgezer gibi yaşadığım zamanlarda beni körlük içinde yürüten gözbağları ve içimdeki sayısız düğüm... Sonradan çözdüğümü sanıp rahatladığım kendi tarihime uzanan kökleri vardı bu ilişkinin... Olabilecek en kötü biçimde, asla unutulamayacak bir şiddetle sonlanmıştı. Başka türlü de bitemezdi zaten.

Bazen düşünürüm, gerçekten yaşamak zorunda mıyız bunca gönül kırıklığını diye? Kendi ruh sakarlığım için hayıflanır dururum. Hayatın sırrını çözmüş gibi duran, çevreye mutluluk görüntüleri yayan insanlara takılır aklım… O görüntüler gerçek midir yoksa bilmediğimiz bazı gizli acıları olabilir mi onların da?

Günlük ihtiyaçların tatminine yönelik, haz ve keyif odaklı, geçmişe dair suçluluk duyguları ve gönül kırıklıkları, geleceğe dair kaygılar ve korkular taşımayan bir yaşam mümkün müdür gerçekten?

Şehirdeki geçmişimin işte böyle bir bir acı ve mutluluk haritası vardır benim. Şehri dolaşırken birden beliriverir geçmişte oralarda yaşanan bazı anların görüntüleri. Bazense sadece bir duygudur ziyarete gelen…

Bellek, biraz da yalnız gezenlerin arkadaşıdır. Başkalarıyla konuşmadığın zaman iç sesinle diyalogdasındır çünkü... Bazı insanların uyguladığı, belleğin ağırlığından kurtulma yöntemi budur belki de... Hep bir harala gürele içinde olmak, boş gevezelikler, gündelik hedeflere yoğunlaşmak… Dışarının gürültüsü nedeniyle içindeki sesi işitmemek…

Hayatın bazen kederli bazen de neşeli bir tonu vardır kuşkusuz… Kedere teslim olmamak için direnmek ne olursa olsun neşeyi aramak en iyisidir. Bazı anlar öylesine ağırdır ki ne kadar uğraşsan da pek hafifletemezsin onları işte…

Yine de her durumda kendini iyileştirebileceğin ilaçları vardır hayatın… Bazı arkadaşların melek kanatları bulunur. Seni alıp uçurmaya hazırdırlar her zaman… Dünyanın mutlandırıcı görüntüleri ve tatları iki adım ötededir. Onların önüne seni acıtan görüntüleri dikersen iflah olmazsın tabii ki. Ağzındaki zehirli tadı tükürmezsen dünyanın en güzel tatları fayda etmez.

Üzüntü kaynakları da sonsuzdur. Gazeteyi, televizyonu açman yeterlidir birkaç tanesine ulaşman için. Toplumsal sorumlulukla davranıp eylemlilik içinde olabilmek bir iyimserlik aşısıdır. Koşullar ne kadar kötü olursa olsun onları değiştirmek için bir şeyler yapıyor olmak iyi gelebilir insana…

Bir grup içinde olmak bir amaç için çabalamak güzeldir de kişilikler ve insan ilişkileri hep sorundur.  Hırslar, kıskançlıklar, bencillikler, sinsi rekabetler devrededir çoğu zaman. İnsan olma serüveni ile ilgilidir her türlü çetrefil iletişim problemi. En demokratik görünen gruplarda bile sorundur insan ilişkileri… Ne yapsan olmaz. Dışarıda çok ciddi meseleler dururken içerdeki kişilik sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalırsın çoğu zaman.

Bir ideal uğruna savaşıyor imajı veren pek çok insanın aslında başka kişisel çıkar hesapları olduğunu fark edersin kimi zaman. Tutarsızlık anlarında iyice sırıtır bu… Pek çok ülkede sivil toplum kuruluşlarının bir bölümü parayla kirletilmiştir ne yazık ki… Saraybosna ve Gazze’de açıkça görmüştüm bunu… Herkesin içi yanarak yaptığı yardımların kimilerinin ayrıcalıklı hayatlara sahip olmasına hizmet ettiğinin bariz işaretlerini…

Kahraman bildiğimiz pek çok kişiye yakından bakınca düş kırıklığına uğrayabiliriz. Gizli kahramanlarla doludur ama dünya.

Her türlü gruba aidiyetten, bir başka insanla resmi ya da resmi olmayan bağlayıcı sözleşmelerden kaçınmak bir kibir hali gibi algılanıyor kimi zaman… Benim için daha çok da bir korunma güdüsüdür bu. Hepimizin kişisel tarihinde sayısız düş kırıklığı vardır. Birden, şehrin bir yerinde birilerinin canımızı nasıl acıttığını hatırlayıveririz işte.

Bu dünyaya yenilmemeli onu değiştirmek için hep birşeyler yapabilmeli insan. Bunun için sayısız araç vadır. Edebiyatın da böylesi sihirli dokunuşları olabiliyor kimi zaman.

11.11.2012 -Yeni Düzen Köşe Yazısından


10 Kasım 2012 Cumartesi

9 Kasım 2012 Cuma

Oktay Coşar - Defansif Sevişmeler

Rastlantısal acıların ruhumuzdaki koordinatlarına
uzun menzilli yalanlarla yoğun bir bombardıman
masum vücutlar ölüyor
bazıları da ağır yaralı
tüm umutlar işgal altında
göğüs tepeleri savunmasız
aylak dudaklar çaresiz
hiç mühimmatımız kalmadı
hangi yazgı dayanabilir ki bu yıkım zanaatına
çaresiz göstereceğiz
üzeri kalp puantiyeli beyaz bayrağımızı

-dul kargalara nafaka bağlayalım-
-ayda bir simsiyah bir öpücük-
-karanlığı dahi terleten-

İkimiz de yorgunduk savaş sonrası
geride kitabı basılamamış enkazlar
sakat kalan cümleler
elektrik telleriyle sarılı hatıralar
susuz kalmış şiirler

- gömüldükleri yerden çıkarmamız gerek hazlarımızı-

Bir renk dahi yeter pastel bir kalemle
dudak uçuklatıcı bir kulübe çizmek için
çizip içine girebilmek için
pencere kenarında öbek öbek imge yetiştirebilmek için
için için soluklanabilmek için
İçin - İçin - İç
ki - bazı suskunluklar zehirlidir
lakin direnemezler taze bir çılgınlığa

elimde bir dedektör
kayıp imgelerini arıyorum gırtlağında

tekrar iyileşir mi
kopan düş bağımız

- yine de hep bir ibadet lekesi çilemizde-
-hep üşeniyoruz acının beş şartını yerine getirmeye-


Bazen tek kale maç işte yaşam
yalnızlar - yalnızlara karşı
en çabuk kaybolan kazanır

Bu sirkin gösterisi de bitti
geride kalan ise
yalnız-ca
bir akrobatın mutluluğuyla imtihanı


7 Kasım 2012 Çarşamba

Stefan Zweig - Bir Kadının 24 Saati

Altmışını geçtikten sonra hayata yeniden başlayabilmek için, insanın olağanüstü yeteneklere sahip olması gerekir. Uzun yıllar oradan oraya dolaştıktan sonra, bende güç kuvvet kalmadı artık. Şu yüzden de, fikir çalışmalarının en büyük neşe kaynağı,ferd hürriyetini dünyanın en büyük nimeti sayan benim için vaktinde ve alnım açık olarak,bu hayata son vermek gerektiği düşüncesindeyim.
Bütün dostlarıma selamlarımı yolluyorum. Uzun ve karanlık geceden sonra tan yerinin ağardığını görmek, inşallah onlara nasibolur! Ben çok sabırsızım, onlardan önce yola çıkıyorum." -   Sayfa. 5 


İnsanlar ilk söze başlamakta güçlük çekerler. Tamamen açık ve doğru konuşmak için iki günden beri hazırlandım. Bunu başaracağımı da umuyorum. Belki bir yabancı olan size, bütün bunları anlatışımın sebeplerini henüz kavrayamıyorsunuz. Fakat, bu olayı düşünmeden bir günüm, hatta bir saatim bile geçmiyor. İnsanın hayatı boyunca ömrünün yalnız bir noktasına, bir tek güne gözlerini dikip kalmasının dayanılmaz bir şey olduğunu söylersem, ihtiyar bir kadın olan bana inanmamanız için bir nedeniniz kalmaz. Çünkü size bütün anlatacaklarım, altmış yedi yıllık bir yaşantıda yalnız ve yalnız yirmi dört saatlik bir devreyi doldurmaktadır. Ben de çoğu zaman saplantı haline gelinceye kadar kendi kendime, “bu çok uzun zaman boyunca insanın bir tek ama yalnız bir tek delilik anı olduysa ne çıkar bundan?” dedim. Fakat, çok gizemli bir ifade ile adına vicdan dediğimiz o şeyden insan kolay kolay kurtulamıyor. Sizin bu Mme Henriette işini bu kadar nesnel, tarafsız bir şekilde incelediğinizi görünce, hayatımdaki o bir tek güne dair birisinin karşısında serbestçe konuşmaya karar verebilirsem, böyle saçma bir şekilde hep geçmişe doğru yönelmenin ve kendi kendimi suçlamanın belki de sona ereceğini düşündüm. Anglikan dininden değil de Katolik olsaydım, günah çıkartma imkanı bana çoktan bu sırrımı affettirmek fırsatını verecekti. Fakat bizler bu teselli imkanından mahrumuz. Onun içindir ki, ben bugün, sizi kendime sırdaş edinerek kendi kendimi affetmek yolundaki bu acayip teşebbüse girişmiş bulunuyorum. Bütün bunların çok garip olduğunu bilmiyor değilim ama teklifimi, hiç çekinmeden kabul ettiniz. Bunun için de teşekkür ederim size.
Evet, size hayatımın yalnız tek bir gününü anlatacağımı söylemiştim


Stefan Zweig
Petropolis, 22.2.1942

Varlık Yayınları- Sayı 525  -  Eylül 1957 

03.11.2012 Moda 




4 Kasım 2012 Pazar

1 Kasım 2012 Perşembe

Nilgün Marmara - Heba Kuşları

16, Eylül

Heba Kuşları

Bombalandıktan sonra, heba kuşlarının bir bölüğü akıl ve beden yaralarını resmettirip, satamadılar.

Büyük bir bölümü yaralarıyla dilenme sayesinde unutuş duvarını ördüler. Eksi sıcaklığında anımsamanın hiç ses çıkarmadan yıllardır bekliyor gizleyip yaralarını heba kuşları. Öçleri uzun tutar onların;
bombacıyı, her zamanın bombacısını bulduklarında açılacak vücut ve akılları katil bir öpüşle.

Bileklerini çevreleyen mavi tül uçup yittiğinde kurtulabilecek küçük kız darbe arayışından,

belki de! 






Karsu Donmez & Yuri Honing





31 Ekim 2012 Çarşamba

Irfan - Fei

Yorgun bir bakışla tararsınız dünyayı, uçsuz bucaksızlığına bunca acıyı nasıl sığdıracağınızı bulamazsınız. Kutsallığı bildirilmiş Söz’e çok fazla inanmışsınızdır belki, oysa karşınızdaki yüzün acımasızlığına çarpıp ölü sinekler gibi dökülür cümleleriniz, döküldükçe birer yalana dönüşür. Kim bilir hangi açlıkla tüketilmiş, hangi doygunlukla bir kenara itilmişsinizdir… Ancak damla damla, öldürmeyecek dozlarda sızmasına izin vereceğiniz gerçek, evrensel haksızlıkla giriştiğiniz suç ortaklığıdır. Hayatın aleyhine açtığınız davada, tek bir tanık yoktur ki masumiyetinizi savunsun.

Aslı Erdoğan



30 Ekim 2012 Salı

Bejan Matur - Onun Çölünde



Onun çölüne gittim. 
Konuğum, 
Duvardaki kan pıhtısında. 
Onun bulduğu damar beni çağırdı. 
Ve ruhum eski bir kanla yıkandı. 

Onun çölüne düştüm, oturdum cadırında. 
Eski bir kavmin buluşması ve töreni. 
Bir yaban kuş gibi tüneyip kıyıya 
Dedi ki bana “ ölümsün sen “ 
Mutlak 
Mutlak olan. 

Onun çölünde gece kımıldar. 
Yılan ve akrep karanlığıyla. 
Hayat bir zehre gizlenir 
Çoğalır sabırla. 


O bıraktı beni. 
Çöldeki kızıl sularda 
Balıklara bakacak 
Nefesimi tutarak 
Uyuyacağım. 


Onun çölünde her gece 
Fısıldadım kumlara. 
Sordum nasıl yaptıklarını çölü, 
Boğmadan koyun koyuna. 


Onun çölünde ölüyüm ben. 
Gelin ve kaldırın beni. 
Gittiği yolda bulutlara değen bir gölge bırakılmış sanki. 


Bir sesle uyandıracak beni 
Kahra kan olan bir aldanışla yakaracak 


Tanrıya söylendim. 
Nasıl da zalim gövdede varlığı onun. 
Güzellik acıya kavuştuğunda yorulur ve 
Hep yaslı kalacak gözün ışığıyla bakar; 
Her yüz bir işarettir tanrıdan. 
Bunu yaşlı bir adam söylediginde 
Gözleri yoktu. 
Annem öyle inanmış olmalı ki ona, 
Yüzümü kederli çizdi. 
Ve uzayıp tanrıya 
“işte” dedi 
“ benim annem yeniden doğdu 
annem varlığıma döndü” 


Gece paslı bir kafesle durdu önümde 
Dua için zaman istedim tanrıdan. 
Onun varlığına adanacak hiçlik 
Düş için, 
O büyüde kalbime saplanan acıyla 
Bağırdım; 
Başka adamlar, başka dillerde dua etsinler. Bizim için. 
Ölümü tanıdığımız ve sessiz olduğumuz için 
Kutsasınlar. 

Ölü bir yaprağın sürüklenişi gibi rüzgarda 
Gövdem yitirdi yerini. 
Ağır bir uykuyla gizlendi tohuma varlık. 
Ağır bir istekle. 
Kızıl kan pıhtısı. Tül sabah. Ört üstümü. 
Koyu gücünü yüzünün nasıl cizdiyse tanrı 
Ve ne gizlediyse kıvrımına gülüsünün. 
Gördüm ben. 

Tüllere sarılmış çölde ölümümü bekliyorum. Sakinim. 
Yok bir gece bu. 
Sabah uyanacak aşkı konuşacağız. 
Ne çok sürdü diyecek bana. 
Ne uzun sürdü hayat. 

O uzun günün sabahında 
Sesini duydum gün ve gecenin çakışmasının. 
Bir tül işleniyormuş gibi aralarında 
Kavuştular usulca. 

Uyu ağır uykunu 
Taşların altında ve su isteğinle kal. 
Geniş bir avluda gece kapanan kapıların ağırlığı. 
Sürecek olan dilsizlik. 
Rüzger tırmalıyor kapını 
Aşk uzakta. 

Ne tuhaf inanmaman. 
Sırtıma dokundun ve orada ayla ışıyan çizgilerin 
Bir acıdan artan masumiyet olduguna şaşırdın. 
Gideceğini söyledin 
İnanmadım sana. 
Oysa ben daha doğmadan biliyordum. 
Acılı bir ruhta oyalanan bir gövde bu. 
Saf ve çocukça bir düşün yatağında. 

Kan ve sussusla dinlenen ten kabullenir. 
Beyaz tül yatağında başucuma 
Camdan bir göz bırakıp gittin. 

Ona fısıldanan sözlerin 
Aşk olan varlığı 
O gidince karardı. 
Yüzeyinde göğün 
Beyaz ve kıpırtısızım. 

Acıdan bir okla çıktım 
Bekleyiş yatağından. 
İçimde siyah bir taş. 
Atları gördüm. 
Kapı önlerinde oturan insanı, sözü. 
Çok yaşanmış bir çığlıkla hayat. 

Bir sırrın bana verilmediği yerden 
Sordum ona 
Bana ne söyleyeceksin? 
Çölün söylemediği ne? 

Ruhumu oarada tutan ağırlıkla 
Geceye ilendi tenim. 
Ve çağırmadı çölü varlığım 
Ondan sonra. 

Aynaya dönüyorum 
Değişmiş gözlerim. 
Çölde kumlara bakan kadın 
Kedere bakan 
Artık benim. 

Gördüm çizgilerini avuçlarının 
Çöl her şeyi söyledi bana. 

Anladım nerede bitti aşk 
Kan pıhtılı odanda uyanan gövdem 
Neden sığmadı varlığa. 

Seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum. 
Gün doğumunda uyanan nefese ve sana dönen gözlerin 
Yakaran çizgisine. 
Çölden aldığını çöle ver 
Hayattan aldığını hayata. 
Artık beklemiyorum 
Kal orada. 
Geride, tepelerin art arda dizilmekle 
Var ettikleri dünya bir hiçlik ahti gibi. 
Bir hiç ve gölge. 
Gece ay 
Gece tül ve yokluk. 
Yok gece. 

Çölden aldığını çöle ver 
Hayattan aldığını hayata.

Sayfa. 35-51